Bilhassa geçtiğimiz Ağustos ayından beri, ha girdik ha gireceğiz denilen, daha sonra siyasilerin meydan ve salon konuşmalarında “bir gece ansızın gelebiliriz!” noktasına taşınan Afrin Operasyonu ile alakalı şu günlerde somut bir hareket Yok! Lakin bu konu "münhasıran" ve "itina" ile kamuoyu gündeminde ısrarla diri tutuluyor!
Malumunuz özellikle Sayın Cumhurbaşkanı son zamanlarda sürekli olarak Afrin başta olmak üzere, Menbiç'i, Tel Abyad'ı, Rasulayn'ı, Kamışlı'yı teröristlerden ve onları sevk ve idare eden güçlerden temizleyeceğini sert ve iddialı bir şekilde dillendiriyor.
Tamam, ülke yöneticilerimizin bu özgüvenleri ve bu "üst perdeden" beyanları toplum olarak hepimizi şâd ediyor… Tamam, Afrin'deki terör unsurlarını temizlemek elzem bir hareket, hatta gecikmişten öte geciktirilmiş bir proje… Ancak bu tip mahremâne işletilmesi gereken operatif hamleleri, neredeyse davul zurna çalarak, “Eyy dünya, ey ahali, duyduk duymadık demeyin, yakında Afrin'e gireceğiz” şeklinde ilan etmek pek akıl kârı bir iş değil! En azından bu tip işler böyle yürümüyor!
Ortadoğu ile hemhâl ola ola bizimkilerde; tehdit eden, şikâyet eden, atar yapan, meydan okuyan, yapıp-edeceklerini faş eden, kendi toplumları üzerinden hasımlarına mesaj ileten ve gövde gösterisinde bulunan lider tiplerine evirildiler zamanla!
Oysa bu politik duruş ve kullanılan bu dil; ne "kâideli" devlet anlayışına, ne de bizim Türk devlet geleneğine uyar... Güçlü ve kâideli yönetim modelleri, eğer ülkelerinin egemenlik haklarını ve bekâ faktörlerini tehlikeye sokan bir durum ile karşılaşırlarsa, anında duruma “vaz’iyed” ederler ve gereken neyse onu yaparlar! Ondan sonra diyeceklerini derler!
Yani bu tip operatif hamlelerin ne peşrevi olur, ne de yola koyulduktan sonra geri vitesi!